
Bazı mekânlar vardır, içine girildiğinde yalnızca bir koku ya da tat değil; bir fikir, bir hikâye, bir yolculuk hissedilir. Sahhaf Kafe, işte tam olarak bu hissin mekânıdır. Buraya sadece kahve içmek ya da eski kitapları karıştırmak için gelenler değil; kelimelere derin bir bağlılık duyan, okumanın ve yazmanın özünü merak eden insanlar da gelir. Ve bazı akşamlar, bu özel buluşmalar bir adım ileriye taşınır: Çünkü o gün Sahhaf Kafe’de yazar vardır.
Yazar sohbetleri, Sahhaf Kafe’nin belki de en özel geleneklerinden biridir. Ayda birkaç kez, çoğu zaman önceden duyurulmadan, sessiz sedasız bir afişle ya da ağızdan ağıza yayılan bir söylentiyle, bir yazar ağırlanır. Tanınmış bir edebiyatçı olabilir bu; yılların kalem ustası… Ya da henüz ilk kitabını yayımlamış, heyecanı gözlerinden okunan bir genç yazar. Ama değişmeyen şey şudur: Burada her yazar, okurla göz hizasında konuşur. Ne bir kürsü vardır arada, ne bir mesafe. Herkes aynı masada oturur, aynı fincandan kahve içer, aynı sayfalarda gezinir.
Yazarlar Sahhaf Kafe’ye geldiğinde yalnızca kitaplarını anlatmaz. Bazen yazma süreçlerini, bazen yayınevleriyle yaşadıkları mücadeleleri, bazen ilham aldıkları bir anıyı paylaşırlar. Bazen de bir sessizlik doğar; yazar anlatmayı bırakır, dinlemeyi seçer. Çünkü burada yazar da okur da aynıdır: Merak eden, düşünen, sorgulayan bir yolcu.
Sohbetler çoğu zaman bir paragraftan çıkar. “Bu cümleyi yazarken ne düşündünüz?” diye sorar biri. Bir başkası, “Bu karakteri neden susturdunuz?” der. Yazar, anlatır: “O karakter aslında ben değilim ama sustuğu yerde ben vardım.” Böylece bir kitabın iç dünyası, yazıldığı masa kadar okunduğu masada da şekillenir.
Sahhaf Kafe’nin atmosferi bu sohbetleri büyülü kılar. Mum ışığında parlayan kitap kapakları, hafifçe çalan klasik müzik ya da eski bir 45’lik, fincanlarda kahve telvesiyle bırakılmış düşünceler… Her şey sanki bu sohbete hizmet eder gibidir. Kimi zaman katılımcılar da yazardır aslında; yayımlanmamış hikâyeleriyle, çekmecede kalmış şiirleriyle… O gece bir cümle kurarlar ve o cümle orada kalmaz. Sahhaf Kafe, kelimelerin kabuklarını kırdığı yerdir.
Bu buluşmalarda bazen sadece kitap değil, kader de el değiştirir. Bir yazar, ilk okurunu bulur. Bir okur, kendi hikâyesini yazmaya karar verir. Bir dostluk başlar, bir editör tanışır, bir fikir filizlenir. Çünkü Sahhaf Kafe’de hiçbir yazar “misafir” değildir; her biri bir köşe sahibi, her biri bir raf gibi kalıcıdır.
Etkinlik sona erdiğinde kimse dağılmaz hemen. Yazarla birkaç kelime daha konuşmak isteyenler olur, kitaplarını imzalatmak isteyenler ya da sadece teşekkür etmek isteyenler… Sessiz bir geceye doğru yürürken, her katılımcı içinden bir şeyle ayrılır. Bir fikirle, bir soruyla, bazen bir mısrayla…
Ve ertesi gün, Sahhaf Kafe’deki o masa hâlâ oradadır. Üzerinde bir fincan izi, bir not kâğıdı ya da bir yazarın unutulmuş kalemi… Hepsi, kelimelerin hâlâ orada yaşadığının kanıtı.
Çünkü Sahhaf Kafe’de edebiyat sadece okunmaz, yaşanır. Konuşulur, dinlenir, paylaşılır. Ve her yazar sohbetinde bir cümle doğar ki, o cümle bazen bir kitabın ilk satırı olur.