
Bir kitapçı dükkânı değildir sahhaf. Sadece kitap satan bir yer değil, bilgiyi, kültürü, belleği muhafaza eden bir duraktır. Sahhaflık, kelimelerin izini sürenlerin mesleğidir. Osmanlı’dan bu yana süregelen bu kadim meslek, İstanbul’un çarşılarından, medreselerinden, han avlularından geçerek bugün hâlâ yaşamaya devam ediyor. Ve bu ruhun çağdaş ama asla kimliğinden kopmamış bir temsilcisi olarak karşımıza çıkıyor: Sahhaf Kafe.
Sahhaflığın kökeni Arapça “sahhaf” kelimesine dayanır; kitap satan, özellikle el yazması ya da nadir kitapları koruyup sunan kişi anlamına gelir. Osmanlı’da sahhaflar, sadece birer tüccar değil, aynı zamanda kültür taşıyıcısıydı. Kapalıçarşı’nın Sahaflar Çarşısı’nda, cami avlularında, medrese etrafında konumlanan bu kitap erbapları, aynı zamanda fikir erbabıydı. Alınan her kitap, bir muhabbetle başlardı. Her alıcıya uygun eser önerilir, yazarların hayatları anlatılır, bazen bir çevirinin incelikleri bile tartışılırdı.
Günümüzde teknolojiyle hızlanan, görseli metinden önde tutan bir dünyada bu meslek neredeyse unutulmaya yüz tutmuşken, bazı yerler var ki bu hafızayı diri tutuyor. İşte Sahhaf Kafe, bu yerlerin başında geliyor.
Burada sahhaflık sadece raflardaki eski kitaplarla sınırlı değil. Her kitap özenle seçiliyor, yalnızca nadirliğiyle değil, taşıdığı anlamla yer buluyor. Sahhaf Kafe’nin sahibi bir kitap koleksiyoneri değil, bir hafıza işçisidir. Gelen her kitap önce inceleniyor, geçmişi araştırılıyor, varsa içindeki notlar dikkatle okunuyor. Bazılarının ilk baskısı, bazılarının artık bulunmayan çevirileri mevcut. Ve her biri bir “hikâye” taşıyor.
Bir rafın üzerinde, Osmanlıca yazmalarla Cumhuriyet dönemi ilk ders kitapları yan yana durabiliyor. Altına iliştirilmiş küçük bir not var: “Bu kitap, 1929 yılında bir köy öğretmeni tarafından kullanılmış.” Kitap burada yalnızca okunmak için değil, geçmişle temas kurmak için sergileniyor. Ve her ziyaretçi, farkında olmadan bu zincirin bir halkası oluyor.
Sahhaf Kafe, sahhaflık geleneğini sadece kitaplarla değil, mekânın diliyle de yaşatıyor. Kitapların sıralanış biçimi, kullanılan kelimeler, seçilen müzikler… Her biri eskiyle yeniyi, yavaşlıkla yoğunluğu, hikâyeyle suskunluğu harmanlıyor. Duvarlardaki afişler, zamanında basılmış dergi kapakları, yazı makineleri, kurşun kalem kutuları… Tüm bunlar bir vitrinin süsü değil; sahhaflık geleneğinin günlük hayattaki izdüşümleri.
Buraya gelen biri bazen sadece bir kahve içmek ister, ama kendini 1940’ların bir çocuk kitabına göz gezdirirken bulur. Bazen bir ziyaretçi, babasının çocukken okuduğu bir kitabı rafta görünce duygulanır. Ve Sahhaf Kafe, bu bağları sessizce kurar.
Sahhaflığın bugünkü anlamı, belki de geçmişle saygılı bir bağ kurmakla ilgilidir. Hızın ve tüketimin içinde durabilmek, sayfanın kenarındaki eskimiş bir notu fark edebilmek, basit ama çok kıymetlidir. Ve Sahhaf Kafe, bu kıymeti her rafında, her kitabında, her fincanın yanında yaşatır.
Çünkü sahhaf olmak sadece kitap biriktirmek değil; zamana, bilgiye ve insana saygı duymaktır.
Ve Sahhaf Kafe, bu mesleğin modern bir devamı, yaşayan bir sahhaf rüyasıdır.